Günümüz iş hukuku mevzuatı, işçinin çalışma süresini açıkça belirtmiş ve işçiyi üç yönden korumuştur: Evvela, günlük ve haftalık iş süresine bir sınır çizmiştir. İkinci olarak, günlük iş süresi içinde ara dinlenme zamanını belirtmiştir. Üçüncü olarak da, pazar, millî ve dinî bayramlar ve genel tatil günlerinde çalışmayı tamamen veya kısmen yasaklamıştır[39]. Bunları özetleyelim:'
Birincisi: Günümüz iş hukuku mevzuatına göre, haftalık fiilî iş süresi en fazla 48 saattir. Günlük iş süresi ise, Cumartesi çalışılıyorsa sekiz saattir; çalışılmıyorsa dokuz saat 36 dakikadır. Bu süreler, iktisadî sebepler, mecburî haller ve olağanüstü durumlarda uzatılabilir[40].
İkincisi: Ara dinlenme yönünden işçinin korunması meselesidir. İş Kanunumuz, 4 saat veya daha kısa süreli işlerde 15 dakika; 4 saatten çok 8 saatten az işlerde yarım saat ve daha uzun süreli işlerde ise bir saat ara dinlenme süresi tanımıştır. Önemli bir husus, ara dinlenme süresinin iş süresinden sayılmamasıdır. Eski hukukumuzda ise, sayılacağı görüşü tercih edilmiştir. Sigara molası ve çay molası bu sürelere dahil değildir[41]. Gece dinlenmesi de, işçiyi süre yönünden koruyan hükümler arasında yer alır.
Üçüncüsü; İşçinin tatil hakkıdır. Bunun başında hafta sonu tatili gelir. Hafta sonu tatili, belli şartlarla haftada bir gündür. İşçi ücretini alabilmektedir. Haftada altı gün çalışan işçinin, 24 saat dinlenme hakkı vardır. Millî ve dinî bayramlar da, işçinin mecburî dinlenme günleridir[42].
Günümüzde işverenin işçiyi gözetme borcunun bir neticesi olarak kabul edilen yıllık ücretli izin de söz konusudur. 12 günden başlayarak 24 güne kadar çıkan bu süre içinde; işçi ücretini alacaktır. Ücretin ödenmesi, işverenin görevleri arasındadır. Bazı gelişmiş ülkelerde bu görev, sosyal sigorta ve benzeri güvenlik kuruluşlarına kısmen de olsa devredilmeye başlanmıştır[43].
2- İşçi ve Memurun İbadet Hakkı
Şurası acı bir gerçektir ki, işçinin sigara ve çay molasını dahi göz önüne alan ve en ince ayrıntılarına kadar tetkik eden iş hukuku mevzuatımız ve doktrin, müslüman Türk işçisinin en kudsî hakkı olan ibadet hakkı hususunda bir kelime dahi sarf etmemiştir. Kanaatimize göre bunun iki sebebi vardır. Birincisi, iş hukuku mevzuatımızın ve doktrinin sıkı sıkıya Batı'daki iş hukuku mevzuatından ve doktrininden etkilenmiş olmasıdır. Hıristiyanlarda günlük ibadet söz konusu olmadığı için, Batı'da böyle bir problem yoktur. Batı'daki eserleri aynen takip eden doktrinimizin de onlar gibi hareket etmesi acı bir gerçektir. İkincisi, ibadet hakkı ile lâiklik prensibinin birbirine karıştırılmasıdır. Halbuki devletimizin en yetkili ağızlarınca ifade edildiği gibi, lâiklik dinsizlik demek değildir. Şimdi de nazarî ve tatbikî açıdan işçi ve memurun ibadet hakkını araştıralım:
Anayasamızın 24. maddesi, ibadet hakkının teminatıdır. Aynen şöyle demektedir: "Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 14. madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî âyin ve törenler serbesttir. Kimse, ibadete, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlarinden dolayı kınânamaz ve suçlanamaz."
Şunu önemle ifade edelim ki, ibadet hakkının kullanılması, yine işçi ve memurun inançları doğrultusunda olacaktır. Yani müslüman bir işçi veya memur, farz namazlarını kılmaktan ve Cuma namazına gitmekten, İslâm Dininin kabul ettiği gerekçeler bulunmadan alıkonulamayacaktır. Meselâ, karakol ve benzeri güvenlik yerlerindeki görevliler ile camiye gittiği takdirde yaptığı iş tamamen fesada uğrayacak olan işçi ve memurlar, Cuma namazına ve cemaatle namaza gidemiyeceklerdir. Farz namazların iş yerinde kılınması, ibadet hakkının özünü teşkil eder ve bunun engellenmesi, Anayasamızın 24. maddesine aykırıdır. Bazı kimselerin ibadet hakkın ı suiistimal ettiği ve ibadet hakkından, yanlış olarak, camiye gidip sünnetleriyle ve cemaatle beraber namazlarını kılmayı anladığı görülmektedir. Cemaatle işçi ve memurun namaz kılabilmesinin dinî şartı, işyerinde kılmakla süre açısından bir fark bulunmamasıdır. İşyerindekinden daha çok zaman alacaksa, cemaate gidilemeyecektir. Cuma namazı bunun istisnasını teşkil eder.
Uygulamada ve doktrinde konu ile ilgili enteresan tartışmalar mevcuttur. Mesela, Kara Yolları Genel Müdürlüğü,Cuma namazının İslâm dininde çok büyük bir değeri bulunduğu ve erkeklere farz bir ibadet olduğu, mutlaka zamanında ve cemaatle kılınması gerektiğini nazara alarak, ibadet hürriyetine saygının lâiklik ilkesine de saygı olduğunu belirterek sosyal bir ihtiyacı karşılamak üzere mescit açmış ve Yol-İş Federasyonu ile akdedilen Toplu İş Sözleşmesinin 104. maddesinde"Cuma günlerine ait mesai saatlerini" namaz saatine göre ayarlamıştır. İdarî dava konusu olan bu düzenleme, Danıştay tarafından gayet sathî gerekçelerle iptal edilmiştir. Danıştay, % 99'u müslüman olan bir ülkede, "cuma günlerine ait çalışma saatlerinin, Cuma namazını yerine getirebilmek gayesiyle değiştirilmesinde kamu yararı olmadığına ve bu işlemin lâiklik prensibine ve dolayısıyla Anayasa'ya aykırı olması sebebiyle iptaline karar vermiştir[44].
Danıştayın bu kararı doktrinde tepkiyle karşılanmıştır ve gerekçesi yerinde görülmemiştir[45].
Sonuç olarak, ibadet hakkının özellikle günümüzde kullanılması hususunda, hem hak sahiplerine ve hem de devlete bazı görevler düşmektedir. Devlete düşen en önemli görev, ibadet hakkına sadece nazariyatta değil icraatında da saygı göstermesidir. Hak sahibi işçi ve memurlara düşen görev ise, ibadet hakkını suiistimal etmemeleridir.